SlideShare a Scribd company logo
1 of 14
82/İNFİTAR SURESİ
GİRİŞ:
İnfitar suresi Mekke’de 82. sırada inmiş olup adını birinci ayetteki “ ‫انفطرت‬
infatarat [çatladı]” fiilinden almıştır. Ancak surenin ismi bu fiilin mastarı olan “
‫النفطار‬ İnfitar” şeklinde olup “çatlamak” anlamındadır.
Surede öncelikle insanın sorgulanacağına vurgu yapılmakta, sonra da Allah’ın
insanlara verdiği en önemli nimetlere [beden mükemmelliğine] dikkat çekilmektedir.
Ayrıca insanların ahirette “iyiler” ve “kötüler” diye ikiye ayrılacağı bildirilip
nankörler kınanmakta ve verilen nimetlerin hesabının kendilerinden sorulacağı ihtar
edilmektedir.
Bunların dışında, kıyamet gününün büyüklüğüne, dehşetine, insanların o gün
hiçbir güç ve kuvvetlerinin olmayacağına, o gün egemenliğin sadece Allah'a ait
olacağına değinilerek ahirete imanın gerekliliği iyice pekiştirilmektedir.
Suredeki konu bütünlüğü, surenin bir defada bütün olarak indiğini
göstermektedir.
1
MEAL
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1-5
Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp
akıtıldığı zaman, kabirler altüst edildiği zaman; kişi, önünden gönderdiği ve
geri bıraktığı şeyleri öğrenmiştir.
6-8
Ey insan! Üstün kerem sahibi olan, seni oluşturan, sonra da sana bir
düzen içinde biçim veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir sûrette seni
tertip eden Rabbine karşı seni aldatan şey nedir?
9-12
Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Aslında siz, şüphesiz
üzerinizde, yaptığınız şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar olmasına rağmen,
Din'i yalanlıyorsunuz.
13
Şüphesiz ki “ebrar/iyi adamlar”, elbette bol nimet, mutluluk cennetinin
içindedirler.
14-16
Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle
cehennemdedirler. Din Günü ondan kaybolmamak üzere oraya
yaslanacaklardır.
17
Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 18
Sonra bir kere daha, Din
Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 19
Din Günü, kimse kimseye efendilik
yapamaz. Ve o gün; buyruk, Allah'a aittir.
2
TAHLİL:
1-5
Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp
akıtıldığı zaman, kabirler altüst edildiği zaman; kişi, önünden gönderdiği ve
geri bıraktığı şeyleri öğrenmiştir.
Bu ayet gurubunda, insanın kıyamet sonrasında, dünyada yaptıklarının,
yapması gerekirken yapmadıklarının ve sonradan kendi adına yapılanların hepsini
öğrendiği bildirilmektedir.
Pasajda evrenin kıyameti ile ilgili dört oluşum ortaya konmuştur: Bunlardan
ikisi gökyüzüne, ikisi de yeryüzüne aittir.
Bütün evrenin değiştirileceği ve insanın mükellefiyetinin sona ereceği bu
aşamalardan sonra artık iman etmek hiç bir işe yaramayacaktır:
158
Meleklerin gelmesinden yahut Rabbinin gelmesinden, ya da Rabbinin bazı alâmetlerinin/
göstergelerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin alâmetlerinden/ göstergelerinden
bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık
inanması bir yarar sağlamaz. De ki: “Bekleyiniz; şüphesiz biz de bekleyicileriz.”
(En'am/158)
Bu konuya ait detay daha evvel “İman-ı Yeis” başlığı altında sunulmuştu.
Kıyamet sahneleri açıklanırken daha evvel Tekvir suresinde “denizler
kaynatıldığı zaman” ifadesi geçmişti. Burada ise denizlerin kıyamet günündeki
durumu “denizler yarılıp akıtıldığı zaman” diye açıklanmaktadır. İki açıklamayı
beraber değerlendirirsek, kıyamet anında oluşan depremler nedeniyle yerkabuğu
altındaki magmanın denizleri kaynatacağı, denizlerin yarılıp yataklarından taşarak
karaları kaplayacağı ve hayat diye bir şey bırakmayacağı anlaşılmaktadır.
Bu ayetlerde ifade edilen olaylar şu ayetlerde de bulunmaktadır:
25
Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler [ışın, radyasyon ve meteorlar] ardı arkasına
indirilir.
26
İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet
eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o,
pek çetin bir gün olmuştur.
27-29
Ve o gün, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararına iş yapan o kimse ellerini ısırarak;
“Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı iz bırakan bir önder
edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Öğüt'ten/Kitap'tan o saptırdı. Ve şeytan, insan
için bir rezil edenmiş!” der.
(Furkan/25- 29)
13-17
Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine
çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün
dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını
birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan,
daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar.
(Hakka/16)
Ve Rahman/37, Nebe/19, Müzzemmil/18, Tekvir/6.
Ayetlerdeki kıyamet sahnelerini anlatan fiiller “mutavaat” kalıbıyla verilmiştir.
Buradan anlaşılan o ki, bu olaylar kendi kendine olmamakta, Allah’ın plan ve
3
programı çerçevesinde gerçekleşmektedir. Evren tamamen Yüce Allah’ın yaptığı bu
programa uymaktadır.
İnsanoğlu kıyamet günü diriltildiğinde dünyada iken yaptıklarını ve yapması
gerekirken yapmadıklarını öğrendiği gibi, ölürken de bunlar ile haberdar
edilmekteydi. Biz bunu En’am suresin sonunda “Vefat” adıyla özel olarak
detaylandırmıştık.
13
O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberdar edilir.
14,15
Aslında insan, tüm mazeretlerini koysa da bile/tüm perdelerini koysa da bile kendi aleyhine
iyi bir gözetmendir: “16
Onu çabuklaştırman için dilini ona hareket ettirme! 17
Kuşkusuz yaptıklarının-
yapmadıklarının birleştirilmesi ve toplanması yalnızca Bizim üzerimizedir. 18
O hâlde Biz yaptıklarını-
yapmadıklarını topladığımız zaman sen onun toplanmasını izle! 19
Sonra, yaptıklarının-
yapmadıklarının beyanı; kanıtlarıyla ortaya konması da sadece Bizim üzerimizedir.”
(Kıyamet/13- 19)
Konumuz olan ayetlerdeki “kabirler altüst edildiği zaman” ifadesi, “kabirler
altüst edilip içindekiler canlı olarak çıkarılacağı zaman” demektir. İçlerindeki ölüler
diri olarak çıkartılmak suretiyle kabirlerin altı-üstüne getirilir.
9-11
Peki, o vurguncu insanlar, kabirlerde olanların diriltilip dışa atıldığı, göğüslerde olanların
derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rablerinin kendilerine gerçekten haber verici
olduğunu bilmezler mi?
(Adiyat/9 – 11)
Gökyüzünün yapısı ve düzeni bozulduğunda, yıldızlar da ister istemez
yeryüzüne (doğru) düşecektir.
48-51
O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka
yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya
çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır,
yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(İbrahim/48- 51)
105-107
Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları
dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.”
(Ta Ha/105, 106)
Zilzal 1-3
yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Bu
yeryüzüne ne oluyor!” dediği zaman …
(Zilzal/1-3)
6-8
Ey insan! Üstün kerem sahibi olan, seni oluşturan, sonra da sana bir
düzen içinde biçim veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir sûrette seni
tertip eden Rabbine karşı seni aldatan şey nedir?
Kıyamette / ölürken insanın mutlaka aklını başına toplayacağı; yaptıklarını ve
yapması gerekirken yapmadıklarını iyice bildiği açıklandıktan sonra, bu ayetlerde de
insanoğluna nankörlüğünün, vurdumduymazlığının, bile bile kabullenmeyip
reddedişinin nedeni sorulmaktadır: “Ey insan! Üstün kerem sahibi olan, seni yaratan
sonra da sana bir düzen içinde biçim veren sonra da seni dengeleyen, dilediği bir
surette seni tertip eden Rabbine karşı seni aldatan şey nedir?”
İnsana yöneltilen bu soru ondan açıklayıcı bir cevap almayı değil, zaten
açıklanan bir sürü nimete rağmen ne denli nankörlük yaptığını göstermeye yöneliktir.
Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılacağı üzere, ayette “Ey insan!” diye
seslenilenler, “ölümden sonra diriliş” hakikatini inkâr edenlerdir.
4
“İbn Abbas dedi ki: Burada "insan" Velid b. Muğire'dir. İkrime ise Ubey b. Halef’tir, demiştir.
Buyruğun Ebu'1-Esed b. Kelede el-Cumahî hakkında indiği de söylenmiştir.”1
Ata'nın rivayetine göre İbn Abbas, "Bu ayet Velid b. Muğîre hakkında nazil olmuştur" derken,
Kelbi ve Mukatil, bu ayetin İbnu'l-Esed b. Kelde b. Useyd hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir.
Zira bu kimse Hz. Peygamber (s.a.s)'e vurmuş, Cenâb-ı Hak da bu kimsenin cezasını hemen vermemiş
ve bu ayetini indirmiştir.2
Ayetteki “Rabbine karşı seni aldatan şey nedir?” sorusunun tek cevabı vardır.
O da, bu tür insanların ahmaklığı, cahilliği ve aptallığıdır. Zira ahiretin ebedi hayatı
karşısında bu dünyadaki geçici zevkleri tercih ederek yanlış bir hayat yaşamanın
kabul edilebilir hiçbir mazereti yoktur.
5
Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Allah'ın yapmak için verdiği söz gerçektir. Onun için bu basit
dünya yaşamı sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı, sizi, Allah ile aldatmasın. 6
Şüphesiz o şeytan, sizin
için düşmandır. Onun için siz de onu düşman edinin. Şüphesiz şeytan kendi taraftarlarını alevli ateşin
ashâbından olmaları için çağırır.
(Fatır/5)
3
Ve O, göklerdeki ve yerdeki Allah'tır. O, gizlinizi ve açığınızı bilir. Kazandığınız şeyleri de
bilir.
(En’am/3)
7,8
Ve hani Allah, size, iki tâifeden birinin kesinlikle sizin olacağını vaat ediyordu. Siz ise şanı
ve şerefi olmayan şeyin/çapulun kendinizin olmasını istiyordunuz. Allah da, kelimeleriyle hakkı
yerine oturtmak ve suçluların hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok etmek için
kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin arkasını kesmek; hak dini
geliştirmek istiyordu.
(Enfal/7, 8)
Ve Nahl/62, Nahl/29, Ankebut/38.
Kur’an’a baktığımızda, Allah’ın rahmeti gereği mühlet vermesini, Allah’ın
rahmeti gereği mühlet vermesini, değerlendirmeyip, aksine buna aldananların
varlığını görmekteyiz. Hâlbuki Rabbimiz mühlet vermesine rağmen, aşağıda A’raf
suresinden yapılan alıntıda görüleceği gibi tedricen azabı yaklaştırmaktadır.
59
Ve Bizi, alâmetleri/göstergeleri göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları
alıkoydu. Ve Semûd'a, açık, gözle görülebilir biçimde sosyal destek kurumları kurmaları görevini
vermiştik de onun sebep olmasıyla haksız davranmışlardı. Ve Biz, o alâmetleri/göstergeleri ancak
korkutmak için göndeririz.
(İsra/59)
94
Ve insanlara yol gösterimi/Kur’ân gelince, kendilerinin iman etmelerine, sadece “Allah bir
beşeri mi elçi gönderdi?” demeleri engel olur.
(İsra/94)
55
Ve kendilerine doğru yol [kitap, elçi] geldiği zaman, insanların iman etmelerine ve
Rablerinden günahlarının bağışlanmasını istemelerine sadece “evvelkiler ile ilgili uygulamaların
kendilerine gelmesi ya da önlerine azabın gelmesi” konusu engel oldu.
(Kehf/55)
1
(Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
2
(Razi; el Mefatihu’l Gayb)
5
44
O hâlde bu sözü/Kur’ân'ı yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden
yakalayacağız. 45
Ve Ben, onlara mühlet veririm; süre tanırım, çünkü Benim plânım zordur/sağlamdır.
(Kalem/44, 45)
Bazı insanlar Allah’ın rahmeti gereği mühlet vermesini değerlendirememiş,
dünya hayatının nimet ve şaşaasına aldanıp şımarmışlar ve fırsatı heba etmişlerdir.
A’raf suresindeki şu ayetler Rabbimizin insana mühlet vermesinin nedenini
açıklamaktadır:
182
Ve âyetlerimizi yalanlayanları, bilemeyecekleri yönden derece derece, yavaş yavaş
değişime/ yıkıma yaklaştıracağız.
183
Ben onlara süre de tanırım. Kesinlikle Benim plânım pek çetindir.
(A’raf/182, 183)
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi, Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar, kendileri
farkına varamayacak şekilde yavaş yavaş helâke sürüklenmektedirler. Bu
yalanlayıcılar günah işledikleri zaman hemen cezalandırılmazlar; çünkü Allah onlara
mühlet vermiştir. Buna karşılık, hemen cezalandırılmamaları sebebiyle şımarırlar ve
içinde bulundukları durumun aslında kendileri için bir tuzak olduğunu fark etmezler.
Öyle bir tuzak ki, hemen cezalandırılmadıklarını gördükleri için tutkularının peşinde
koşmaya başlarlar, Allah’ı hiç düşünmez olurlar, hesap vereceklerini unuturlar ve
bulundukları ortamı terk edemez olurlar. Bu hallerinden dolayı da, hiç farkına
varmadan yaptıkları işlerin tutsağı olarak kendi kötü sonlarını hazırlamış olurlar.
İşte, Allah’ın plânı, tuzağı budur. Üstelik bu plân, içine düşen kişinin helâke
sürüklendiğini anlayamaması sebebiyle çok da çetindir.
Yalanlayıcılara hazırlanmış olan bu plân, En’am suresinde de dile getirilmiştir:
44
Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık.
Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık
onlar, umutları suya düşenler oldular.
45
Böylece şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluluğun kökü kesildi. –
Ve tüm övgüler, âlemlerin Rabbi Allah'adır; başkası övülemez.–
46
De ki: “Hiç düşündünüz mü, eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alır ve kalplerinizi
mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilâh kimdir?” Bak, Biz âyetleri nasıl açıklıyoruz.
Sonra da onlar sırt çevirip engelliyorlar?
47
De ki: “Kendinizi hiç düşündünüz mü, Allah'ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, şirk
koşarak yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan başkası mı değişime/yıkıma
uğratılmış olur?”
48
Ve Biz gönderilen elçileri, ancak müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere göndeririz: Artık kim
iman eder ve düzeltirse, artık onlara hiç korku yoktur. Onlar mahzun olmayacaklar da.
49
Âyetlerimizi yalanlayanlara da, yapmakta oldukları hak yoldan çıkışlar yüzünden azap
dokunacaktır.
(En’am/44–49)
Konumuz olan ayetlerdeki “seni yaratan sonra da sana bir düzen içinde biçim
veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir surette seni tertip eden” ifadesi, “senin
her şeyini yerli yerinde yaratan” demektir.
1-10
Kur’ân'ı ve onun yaydığı sosyal aydınlığı, Kur’ân'ı izleyen Elçi ve mü’minleri, Kur’ân ışığı
ile aydınlanan toplumları, Kur’ân ışığından yoksun kalan toplumları, bilginleri ve bilginleri yücelten
bilgileri, kara cahilleri ve kara cahilleri bu hâle getiren ilke ve anlayışları, benliğini bulmuş kimseleri
ve benlik bulduran etmenleri –ki O, ona taşkınlık yapma ve kendini koruma içgüdülerini/günah
işleme ve “Allah'ın koruması altında olma yeteneklerini ilham etti– kanıt gösteririm ki, benliğini
arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır.
(Şems/1-10)
6
1-5
Oluşturup düzene koyan, ölçümlendirip sonra yol gösteren, otlağı çıkarıp sonra da onu
kapkara bir sel atığı hâline getiren Rabbinin yüce adını temize çıkar.
(A’la/1-5)
37-41
Arkadaşı konuşarak ona, “Seni topraktan, sonra bir damla sudan oluşturan, daha sonra da
seni olgun insan hâline getirene mi inanmıyorsun? Fakat ben; O, benim Rabbim Allah'tır. Ve ben
Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, lâ kuvvete illa billâh”
[Allah ne isterse o olur. Allah'tan başka hiçbir güç yoktur] deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca
ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim bana, senin bağından daha hayırlısını verir.
Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de senin bağ, kaygan bir toprak hâline geliverir.
Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi.
(Kehf/37-41)
Merhum Seyyid Kutub, insanın anatomik ve fizyolojik yapısındaki mucizevî
dengeyi çok güzel açıklamıştır. Bu açıklamanın bir kısmını sunuyoruz:
İşte, insanın engin kerem sahibi olan Rabbi onu bu güzel sitemle uyarmaktadır. Bu güzellikle
ona hatırlatmaktadır. Fakat buna rağmen insan yanlış şeylere dalmaktadır. Kendisini yaratan, belini
doğrultan ve dengede tutan Rabbine karşı edepsizlik yapmaktadır.
İnsanın bu kadar güzel, düzgün, dengeli, şekil ve görev açısından mükemmel biçimde
yaratılması gerçekten uzun uzun düşünmeyi, çok çok şükretmeyi, son derece edepli terbiyeli
davranmayı ve kendisine bu güzel yaratılışı lütfunun, ihsanın ve korumasının gereği olarak bahşeden
engin kerem sahibi rabbine derinden sevgi beslemeyi gerektirir. Çünkü yüce Allah insanı dileseydi
başka bir şekilde de yaratabilirdi. Fakat O her şeye rağmen insan için bu güzel, düzgün ve dengeli
şekli seçmiştir.
Şüphesiz insan, yapısı gerçekten güzel ve düzgün, özü itibariyle dengeli bir yaratıktır. İnsanın
bünyesindeki yaratmanın Hayret verici güzellikleri onun anlama kapasitesinin çok üstündedir. İnsanın
etrafında gördüğü her şeyden daha Hayret vericidir.
Bu güzellik, düzgünlük ve denge insanın hem bedensel yapısında, hem akli yapısında hem de
ruhsal yapısında gözlenebilmektedir. Ve bütün bunlar insanın bünyesinde şahane bir güzellik ve
düzgünlük içinde dizilmiştir, uyum içine girmiştir.
İnsanın organik yapısının mükemmelliğini, inceliğini ve sağlamlığını ortaya koymak amacı ile
yazılmış çaplı kitaplar vardır. Bu yaratığın bünyesindeki Hayret verici güzellikleri burada geniş
biçimde verme imkânımız yoktur. Biz burada yalnız bazılarına değinmekle yetineceğiz.
İnsanın bedensel yapısını meydana getiren en genel sistemlerin her biri hayret verici
güzelliktedir. İnsanların karşılarında durup dehşete kapıldığı insan yapısı ile sanat ve sanayi
güzelliklerinin bütün hayret verici ürünleri asla karşılaştırılamaz. Bunlar: İskelet sistemi, kas sistemi,
cilt sistemi, sindirim sistemi, kan dolaşımı sistemi, solunum sistemi, üreme sistemi, bezler sistemi,
sinir sistemi, boşaltım sistemi, tat alma sistemi, koklama, işitme ve görme sistemleridir. İnsanlar insan
yapısı sanatlara yönelmekte fakat incelikleri, derinlikleri ve büyüklükleri her türlü takdirin üstünde
olan bu sistemleri unutmaktadırlar! "İngilizce yayınlanan Bilimler Dergisinde deniyor ki: İnsan eli
eşsiz, Hayret verici doğal güzelliklerin başında yer almaktadır. Sadeliği, gücü ve hızlı uyum sağlaması
yönünden insan elinin işlevini görecek bir makineyi yapmak gerçekten çok zordur, hatta imkânsızdır.
Mesela bir kitap okumak istediğinde onu elinle rahatlıkla alıyorsun. Sonra onu okumaya en uygun
biçimde indiriyorsun. İşte onu doğru biçimde ve otomatik olarak yerleştiren bu eldir. Kitabın bir
sayfasını çevirmek istediğinde parmaklarını yaprağın altına koyuyor ve üzerine basıyor. Hem de
kâğıdı çevirerek derecenin ne altında ne de üstünde bir biçimde. Sonra yaprağın çevrilmesiyle baskıya
son veriyor. Kalemi tutan ve onunla yazı yazanda eldir. İnsanın günlük hayatında kaşıktan bıçağa ve
daktiloya varıncaya kadar tüm adet ve edevatı kullanan. Pencereleri açıp kapatan ve insanın her
istediğini kaldırıp taşıyan da eldir. Her iki el yirmi yedi kemikten ve on yedi kas sisteminden
oluşmaktadır."
"İnsan kulağının [orta kulak] küçük bir kesimi yaklaşık dört bin kadar ince ve karmaşık
kıvrımdan meydana gelen, şekil ve hacim bakımından hayret verici bir düzene sahip bir kompleksten
oluşmaktadır. Bu kıvrımların bir musiki aletini andırdığını söylemek mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki,
bunlar gök gürültüsünden ağaç hışırtısına kadar meydana gelen her sesi ve gürültüyü herhangi bir
şekilde alıp beyne aktaracak biçimde hazırlanmıştır. Ayrıca orkestradan veya kendi düzenli bütünlüğü
içinde her müzik aletinin çıkardığı tüm sesleri birbirinden şahane biçimde ayarlayacak yapıdadır."
"Gözdeki görme duyusunun merkezi, ışığı karşılayan yüz otuz milyon sinir uçlarından
meydana gelmiştir. Kirpiklerle beraber göz kapakları onu, gece gündüz korumaktadır. Göz kapağının
hareketi refleks halindedir ve gözü topraktan, mikroplardan ve yabancı maddelerden korumaktadır.
7
Kirpikler meydana getirdikleri gölge ile güneş ışınlarının keskinliğini kırmaktadırlar. Göz
kapaklarının hareketi, bu korumanın yanında gözün kurumasını da engellemektedir. Gözü kuşatan ve
gözyaşı adı verilen salgıya gelince bu göz için en güçlü en etkili temizleyicidir."
"İnsandaki tat alma cihazı dildir. Dilin bu eylemi içinde epitelyum hücreleri bulunan tat alma
hücrelerinin dilin üzerinde oluşturduğu kaygan dokularla gerçekleşir. Bu dokuların değişik şekilleri
vardır. Bunların bir kısmı ipliksi, bir kısmı mantarsı, bir kısmı ise mercimeksidir. Bu dokular, tat alma
sinirlerini ve dilin damarlarını beslemektedir. Yeme esnasında tat alma sinirleri etkilenmektedir ve bu
etkiyi beyne iletmektedir. Bu cihaz ağzın girişindedir. Böylece insanın zararlı olduğunu hissettiği bir
şeyi hemen dışarı atması mümkün olmaktadır. İnsan bu cihazla acı ve tatlıyı, soğuk ve sıcağı, tuzlu ve
tuzsuzu, zehirli ve benzeri şeyleri hissetmektedir. Dil, küçük, ince tat alma hücrelerinden dokuz binini
ihtiva etmektedir ve bu hücrelerin her biri birkaç sinirle beyine bağlıdır. Buna göre sinirlerin sayısı
kaçtır, hacimleri nedir, tek olarak nasıl çalışırlar, beyinde duyuyu nasıl toplayıp oluştururlar,
bilmiyoruz."
Vücudun her tarafını bütünüyle kuşatan sinir sistemi, vücudun her tarafından geçen ince ve
kendisinden daha çok başkalarına bağlı olan ince, küçük duyarlılık hücrelerinden oluşmaktadır.
Bunlarda, merkezi sinir sistemine bağlıdırlar. Vücudun herhangi bir tarafı etkilendiğinde isterse bu
etkilenme insanı kuşatan havanın sıcaklığında ufak bir değişme olsun bu durumda sinir hücreleri bu
duyguyu vücuda yayılmış olan merkezlere iletirler. Bunlar da duyuyu beyne iletirler. Böylece beynin
gerekli tepkiyi göstermesi sağlanır. Sinirlerdeki işaretlerin ve uyarıların hızı saniyede yüz metreye
ulaşır."
"Sinir sistemine baktığımızda onun bir kimya laboratuarındaki bir işlemi andırdığını görürüz.
Yediğimiz yemeklere baktığımızda onların hayret verici maddelere dönüştüğünü fark eder ve orada
meydana gelen işlemin gerçekten hayret verici olduğunu kesin anlarız. Çünkü burada midenin kendisi
dışında hemen hemen her şey yenir.
Önce bu kimya lâboratuarına bir kaç çeşit basit yiyecek maddelerini koyalım ve bu konuda
lâboratuarın kendisine ait düzenini hiç göz önünde bulundurmayalım. Sindirme kimyasının onları nasıl
ayrıştırdığını düşünmeyelim. Biz birkaç et parçası, fasulye buğday ve kızartılmış balık yiyoruz. Sonra
da bir miktar su içiyoruz.
Mide bu karışımın arasındaki yararlı maddeleri seçip almaktadır. Yemeğin her çeşidini
ezmekte ve onları kimyasal bölümlerine ayırmaktadır. Geri kalanını yeni proteinlere
dönüştürmektedir. Bunlar değişik hücrelerde gıdalar haline gelmektedir. Sindirim sistemi bu sırada
kalsiyum, kükürt, iyot, demir ve diğer bütün zaruri maddeleri seçmektedir. Ve bu sırada öz maddelerin
zayi olmamasına özen göstermekte, hormonların üretilmesine imkân sağlamakta ve hayat için gerekli
olan tüm ihtiyaçların düzenli ölçüler içinde ve her zaruri ihtiyacın hazır hale gelmesine dikkat
etmektedir. Açlık gibi herhangi bir geçici durumu karşılamak amacı ile yağ ve diğer ihtiyati maddeleri
depo etmektedir. Bütün bunları insan düşüncesinden ve onun yorumundan habersiz yapar. Biz
sayılamayacak derecede çok olan bu maddeleri bu kimyasal lâboratuara döküyoruz ve yaklaşık olarak
bütünü ile yaptığımız işlerden sarfınazar ediyor, gerisine karışmıyoruz. Böylece hayatımızın devamı
için gereken otomatik bir işlem saydığımız bu faaliyete sırtımızı dayamış oluyoruz. Bu yiyecekler
sindirilip ve yeniden hazırlanıp sürekli olarak milyonlarca hücreye dağıtılır. Bu hücrelerin sayısı
yeryüzündeki bütün insanların sayısından fazladır. Her hücreye ulaştırılması gereken bu kesin
maddelerin sürekli ve tek tek her hücreye ulaştırılması gerekmektedir. Ve bu belli düzenin ihtiyaç
duyduğu maddelerin dışında başka şeylerin ona götürülmemesi gerekir. Bu kesin maddelerinde kemik,
tırnak, et, saç, göz ve diş yapacak olan her hücreye kendisine has besinlerin ulaştırılması gerekir.
Demek ki burada insan zekâsının icat ettiği en mükemmel laboratuarda daha çok maddelerin
elde edildiği bir kimya lâboratuarı bulunmaktadır. Yine burada şu ana kadar dünyanın tanıdığı nakil ve
dağıtım düzenlerinin çok ilerisinde bir dağıtım düzeni vardır. Burada her şey son derece düzenli bir
şekilde gerçekleşmektedir."
İnsanın diğer bütün cihazları hakkında da çok şey söylenebilir. Fakat bu cihazlar açık seçik
olmalarına rağmen herhangi bir şekilde hayvanların da sahip olduğu cihazlardır. İnsanın kendisine has
özellikleri ise eşsiz olan akli ve ruhi özellikleridir. İşte bu surede özellikle üzerinde durulan konu
budur. Şöyle ki "Ey insan!" çağrısından sonra, "O, seni yaratan, belini doğrultan ve seni dengeli
kılan" demektedir.
İşte bu mahiyetini bilmediğimiz, kavramadığımız özel akli kavrayış. Çünkü akıl anladığımız
şeyleri anlamamızı sağlayan araçtır. Fakat akıl kendisini kavrayamaz. Nasıl kavradığını da idrak
edemez.
Bütün bu algılanan imajların ince ve dakik bir şekilde dizilmiş olan sinir sistemi yolu ile beyne
ulaştığını varsayıyoruz. Fakat bunlar nereye saklanmaktadır? Eğer bu beyin doğru bir bant şeridine
benzetilse insan ortalama ömrü olan altmış senede onca tabloları, kelimeleri, olguları, duyguları
yığınlarca malumatı kaydetmek için milyarlarca metre şeride ihtiyaç duyacaktı. Ancak bu durumda
8
onları bir süre sonra hatırlayabilirdi. Nitekim insan bu olayları onlarca sene sonra, niye yıllar geçtikten
sonra rahatlıkla hatırlayabilmektedir! Sonra akıl tek tek kelimelerden, tek tek olgulardan, tek tek
olaylardan ve tek tek tablolardan bütün bir kültürü oluşturmak için nasıl onları bir bütünlük içine
sokuyor? Sonra onları malumat yığınından sistemli bilgiye nasıl dönüştürüyor? Anlaşılabilecek
şeylerden anlayışa, deneyimlerden kesin bilgiye nasıl ulaşıyor?
Bu, insanın en belirgin özelliklerinden biridir. Fakat bununla beraber bu özellik insanın en
büyük özelliği değildir. En üstün ayırıcı vasfı olmadığı gibi. İnsanda Allah'ın ruhundan gelen, hayret
verici bir ateş parçası da vardır. Bu insanın kendine has olan ruhudur. Bu ruh insanı varlığın
güzelliğine ve varlığı yaratanın güzelliğine götürür. Ve ona hiçbir sınırı olmayan mutlak varlık ile
temasa geçişinden kaynaklanan güzel ve mutlu anlar bağışlar. Tabi ki bu, evrendeki güzelliğin
kaynakları ile temasa geçtikten sonra gerçekleşebilir.
Bu, insanın mahiyetini anlayamadığı ruhtur. İnsan kavrayabileceği somut gerçekleri daha
yeterince kavrayamadığı halde bunu nasıl kavrayabilir, nasıl tanıyabilir? İnsan bu ruh sayesinde
yeryüzünde yaşadığı halde sevincin ve üstün saadetin kaynağına erişebilir. Bu ruh onu yüceler âlemi
ile temasa geçirir. Onu cennetlerdeki sonsuz hayata kendisi için belirlenen güzel hayata hazırlar. Bu
mutlu dünyada ilahi güzelliğe bakmaya hazırlar.
İşte, bu ruh... Yüce Allah'ın insana en büyük hediyesidir, bağışıdır. İnsanı insan yapan da
budur. Allah'ın adı ile kendisine hitap ettiği de budur. "Ey insan!" Utandırıcı şekilde kendisini
kınaması da bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. "Engin kerem sahibi Rabbine karşı seni aldatan
nedir?" İşte bu Yüce Allah'tan insana doğrudan yöneltilmiş bir sitemdir. Çünkü Yüce Allah ona
seslenmekte, o ise kendisinin önünde günahkâr, kusurlu ve gururlu bir şekilde durmaktadır. Allah'ın
yüceliğini takdir etmemekte ve O'nun huzurunda edebini takınmamaktadır. Sonra Allah ona büyük
nimetini hatırlatmakta, sonra da bu konudaki eksiklerini, edepsizliğini ve gururunu dile getirmektedir.
Bu gerçekten karşısında ezilinmesi gereken bir sitemdir. İnsan kendi gerçeğini, gerçek bilgi
kaynağını ve Rabbinin huzurundaki gerçek konumunu düşündüğünde bu sitemin dehşetini
kavrayacaktır. Rabbi ona bu şekilde seslenmekte ardından ona bu şekilde serzenişte bulunmaktadır:
"Ey insan! Seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir? O, seni yaratan, belini
doğrultan ve seni dengeli kılan, dilediği biçimde sana şekil veren Rabbine…”
Ardından bu gururun ve kusurların sebebi ortaya konuyor. Bu ise hesap gününü yalanlamaktır.
Yüce Allah hesabın gerçek mahiyetini bildirmekte ve her işin karşılığının farklı olacağını, pekiştirici
ve kesin bir biçimde ortaya koymaktadır.3
9-12
Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Aslında siz, şüphesiz
üzerinizde, yaptığınız şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar olmasına rağmen,
Din'i yalanlıyorsunuz.
Bu ayetlerde önce müşriklerin kör kabullerden oluşan inançları reddedilmekte,
sonra da “Aslında siz, şüphesiz üzerinizde, yaptığınız şeyleri ezberleyen, saygın
yazıcılar olmasına rağmen, Din’i yalanlıyorsunuz” denilerek yaptıklarının bir bir
kayıt altına alındığı, bunun idrakinde olmadıkları için de Din’i düşünmeden
yalanladıkları uyarısı yapılmaktadır. İnsanın yapısında sayısız yazıcı [hafıza, bellek]
hücresi bulunmasına ve işlediği her davranışın kaydedilmesine rağmen “din”i
yalanlaması insanın yaratılış üzerinde yeterince düşünmemesinden
kaynaklanmaktadır. Allah insanı yaratıp da başıboş deve gibi salıvermemiştir. Bunun
tersini düşünmek yaratılış üzerinde akıl yormamak demektir. Konumuz olan
ayetlerde bir bakıma inkârcılara “İster kabul edin, ister etmeyin, gerçek böyledir. Her
insan üzerinde kayıt yapan hücreler vardır; onlar iyi ya da kötü ne yapıyorsanız her
şeyi kaydetmektedirler. Onlardan asla kaçamaz ve gizlenemezsiniz. Gizli, aşikâr
hepsi önünüze konacaktır” mesajı verilmektedir.
36
Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? 37
O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil
miydi? 38
Sonra bir embriyon idi de sonra onu oluşturmuş, sonra da düzene koymuştur; 39
ki ondan da
iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir.
40
Peki, bütün bunları yapan, ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir?
3
(Seyyid Kutup; Fizılali’l Kur’ân)
9
(Kıyamet/36- 40)
1-4
Bilginler ve Târık; delip geçen Kur’ân âyetleri grubu tanıktır ki, kesinlikle her benliğini
tamamlamış varlığın üzerinde birtakım koruyucular vardır.
5
Onun için insan neden oluşturulmuş olduğuna bir baksın;
(Tarık/1-5)
16
Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz
ona şah damarından daha yakınız. 17,18
Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi
onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen
bulunmasın.
(Kaf/16- 18)
Ayette geçen “Din”, Maun suresinde konu edilen “Din” olup Fatiha suresinde
de geçen “Yevmi’d-Din [Din günü, hesaplaşma günü]” kast edilmiştir.
“Din’i yalanlamak” konusu Maun suresinin tahlilinde açıklandığından, detayın
oradan okunmasını öneriyoruz.
Daha önce de değindiğimiz gibi, ayetteki “… şüphesiz üzerinizde, yaptığınız
şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar …” ifadesiyle insanın yaratılıştan kendi
bünyesinde hafıza hücrelerinin var olduğu ve her şeyi kayıt altına aldığı
bildirilmektedir.
25-29
Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi,
hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar
sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti” der.
(Hakka/25-29)
10-14
Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü çağıracak ve alevli ateşe
girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi. Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi.
(İnşikak/10-14)
48
Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi
Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca
inanıyordunuz.”
49
Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah
bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar,
yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.
(İsra/13, 14)
48
Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi
Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca
inanıyordunuz.”
49
Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah
bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar,
yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.
(Kehf/48, 49)
59
Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır.
O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak
dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta
bulunmasın.
60
Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren; geçmişte yaptıklarınızı, yapmanız gerekirken
yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıran, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş süre
sonunun gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O'nadır. Sonra O,
yaptıklarınızı size haber verecektir.
61
Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir.
Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler;
onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62
Sonra kendi
10
gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin
en süratlisidir.”
(En'âm/59- 61)
13
Şüphesiz ki “ebrar/iyi adamlar”, elbette bol nimet, mutluluk cennetinin
içindedirler.
14-16
Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle
cehennemdedirler. Din Günü ondan kaybolmamak üzere oraya
yaslanacaklardır.
17
Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 18
Sonra bir kere daha, Din
Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 19
Din Günü, kimse kimseye efendilik
yapamaz. Ve o gün, buyruk, Allah'a aittir.
Amellerin kayıt altına alınmasının sonuçları bu ayetlerde de yine karşıtlık
metodu ile açıklanmaktadır. “Ebrar”dan olanlar “Naim” cennetlerine; “Füccar”dan
olanlar ise cehenneme gidecektir.
Ebrar ve Füccar terimleri ile ilgili Abese suresinde yaptığımız açıklamaları
burada da naklediyoruz:
BİRR VE EBRAR KAVRAMLARI
“Takva” sözcüğünün anlamdaşı durumunda olan Birr” sözcüğü, “her türlü
hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik” demektir.
Sözcük, bu geniş anlam alanıyla her türlü iyiliği, ihsanı ve hayırlı davranışı
kapsamaktadır.
“Birr”, Kur'an'da şöyle tanımlanmıştır:
177
Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlar”,
Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara,
yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve özgürlüğü olmayanlara, Allah'a/mala/vermeye
sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma;
toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren kimselerdir. Ve de
sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden
kimselerdir. İşte onlar, özü-sözü doğru olanlardır. Ve işte onlar, Allah'ın koruması altına girmiş
kişilerin ta kendileridir.
(Bakara/177)
“Birr” sözcüğü isim olarak kullanıldığı gibi, ism-i fail olarak da kullanılır ve
bu takdirde “çok çok iyilik yapan” anlamına gelir. Meselâ müminler çok çok iyilik
yaparak “birr”in bizzat kendisi hâline gelirler. Kur'an böyle kimseleri “berr”
sözcüğünün çoğulu olan “ebrar” sözcüğü ile tanımlamış ve bu sözcüğü “müttekîn
[iyiler, Allah'a saygılı insanlar]” anlamında kullanarak “muttekin”e sunulan
nimetlerin “ebrar”a da sunulacağını bildirmiştir:
198
Ama, Rablerinin koruması altına girmiş kişilere gelince, onlar için, Allah katından bir yolcu
ikramı olarak, altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Ve Allah
katındaki, “iyi adamlar” için daha iyidir.
(Âl-i Imran/198)
18-21
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle
Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu
rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!–
11
22-28
Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti
içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki
onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır.
–Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.–
(Mutaffifin/18- 28)
Sosyal hayatın kurulması ve sağlıklı işlemesi açısından çok önemli olan ve
âdeta insanlar arasındaki kaynaşmanın harcı olan “birr”, takva sahibi müminlerin
olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bu özelliğe bizzat “takva” denmese de, “takvalı olma
hâli” denebilir. Zaten Rabbimiz de bize bu özelliğe sahip kişiler ile, yani “ebrar
[iyiler, yardımseverler]” ile beraber ölmeyi istememizi tavsiye etmektedir:
“Rabbimiz! Evet, 'Rabbinize inanın!' diye imana çağıran bir sesleniciyi duyduk ve hemen
inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi sil ve canımızı ebrar [iyiler,
yardımseverler] ile birlikte al.”
(Âl-i Imran/193)
FÜCUR VE FÜCCAR KAVRAMLARI
“Fücur” sözcüğü sözlükte “yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak” olarak tarif
edilmiştir. Kur'an, bu eylemin olumlusu için “fecr”, olumsuzu için “fücur”
sözcüklerini kullanmıştır.
Kur'an'ın olumsuz anlamda kullandığı “fücur” sözcüğü, gerek dil bilimciler ve
gerekse din bilginleri tarafından “Şakku setri’d-diyanet [diyanet örtüsünün yırtılması,
çatlaması]” olarak ifade edilmiştir. Bu şekilde din-iman örtüsünü yırtıp atanlara
“facir” denir. Bu sözcüğün çoğulu da “füccar” veya “fecere” şeklinde ifade edilir:
5
Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek
istiyor: 6
Soruyor: “Kıyâmet günü ne zamanmış?”
(Kıyamet/5, 6)
26-28
Ve Nûh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek
reddedenlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar ve
sadece din-iman tanımayıp kötülüğe batan ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden
çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mü’min olarak evime giren kişiler için
ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et/bağışla hepimizi! Şirk koşarak yanlış;
kendi zararlarına iş yapanlara da sadece yok oluşu arttır.”
(Nuh/26-28)
İmanın dışa yansıması nasıl ki “takva” ya da “amel-i salih” ise, küfrün dışa
yansıması da “fücur”dur. Yani fücur işlemek, gerçek imana sahip olmayanların bir
karakteridir. Çünkü Allah inancı, insanın haram-helal, hayır-şer, cennet-cehennem
gibi kategorilerin bilincinde olmasını sağlar. Dolayısıyla bu bilinç insanın fücur
işlemesine engel olur. Zaman zaman hataya düşen insan için daima “tövbe etme”
imkânı vardır. Ancak insan aynı hatayı tekrarlamamak şartı ile Allah'ın affediciliğine
sığınmalıdır. Tövbeden sonra sözünde durmamak, yalan söylemek tam anlamıyla
fücur işlemektir.
Sınırları dinle belirlenmiş davranışlara karşı çıkmak, din adına kural
tanımamak, dinle getirilen kısıtlamaları kabul etmemek, dolayısıyla her türlü irili
ufaklı günahı işlemek facirlerin en belirgin özelliklerindendir. Bu insanlar dünyada
yaptıklarının hesabını vereceklerine inanmadıklarından ya da Allah'a döneceklerini
düşünmediklerinden, her türlü fücuru işlemekten çekinmezler.
Kur'an, fücuru işleyenlerin kâfir ve cehennemlik olduklarını bildirmiştir:
12
14-16
Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle cehennemdedirler. Din Günü
ondan kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır.
(İnfitar/14)
7-13
Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp kötülüğe
batanlar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin'dedir. –Ve “Siccin”in ne olduğunu sana ne bildirdi? -O,
rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay
haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş olan
tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.–
(Muttaffifin/7-13)
28
Yoksa, iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, yeryüzündeki o bozguncular gibi mi yaparız?
Yoksa Allah'ın koruması altına girmiş o kimseleri din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar gibi mi
yaparız?
(Sad/28)
İslâm dışı yaşayan, Allah'a teslim olmayan, din-iman tanımaz kimseler olan
fücur ehli, takva karşıtı olan davranışları sonucunda, kendilerini oradan hiç kimsenin
kurtaramayacağı cehenneme girecek, kesinlikle müminler [muttakiler] ile bir
tutulmayacak, onlarla aynı kefeye konulmayacaktır:
7
İşte böylece Biz, kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç
şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik.
Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir.
(Şûra/7)
14
Ve Saat'in dikildiği günde de, işte o gün onlar ayrılırlar.
15
Şimdi iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimselere gelince; artık onlar, bir
bahçe içinde neşelendirilirler.
(Rum/14- 15)
16
O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz.
–‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’–
17
Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye bir şey yoktur.
Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(Mu'min/16-17)
Son ayetteki “... O gün [Din günü], kimse kimseye malik olmaz [efendilik
yapamaz]. Ve o gün buyruk Allah’a aittir” ifadesinde asiler için büyük bir tehdit
bulunmaktadır:
214
Ve en yakın oymağını uyar.
(Şuarâ/214)
26
İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet
eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o,
pek çetin bir gün olmuştur.
(Furkan/26)
Fatiha 1-7
“Yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli Allah adına: “Tüm
övgüler, âlemlerin Rabbi, yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli olan,
herkesin iyi ya da kötü yaptığı tüm edim ve eylemlerin karşılığını göreceği âhiret gününün sahibi,
yöneticisi Allah'adır; başkası övülmemelidir. Yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım
isteriz. Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki,
kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola ilet!”
(Fatiha/1- 4)
Ve En’am/94, Kasas/74,75, Bakara/48, Bakara/254.
13
Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
14

More Related Content

What's hot (20)

Apokrif ve dini kaynaklarda yaratılış
Apokrif ve dini kaynaklarda yaratılışApokrif ve dini kaynaklarda yaratılış
Apokrif ve dini kaynaklarda yaratılış
 
81. naziat suresi
81. naziat suresi81. naziat suresi
81. naziat suresi
 
76. tur suresi
76. tur suresi76. tur suresi
76. tur suresi
 
68. ğaşiye suresi
68. ğaşiye suresi68. ğaşiye suresi
68. ğaşiye suresi
 
İmam gazali ölüm ve ötesi
İmam gazali   ölüm ve ötesiİmam gazali   ölüm ve ötesi
İmam gazali ölüm ve ötesi
 
67. zariyat suresi
67. zariyat suresi67. zariyat suresi
67. zariyat suresi
 
Mahşer Hayatı
Mahşer HayatıMahşer Hayatı
Mahşer Hayatı
 
Kullugun Cekirdekleri
Kullugun CekirdekleriKullugun Cekirdekleri
Kullugun Cekirdekleri
 
10. fecr suresi
10. fecr suresi10. fecr suresi
10. fecr suresi
 
3. müzzemmil suresi
3. müzzemmil suresi3. müzzemmil suresi
3. müzzemmil suresi
 
31. kiyamet suresi
31. kiyamet suresi31. kiyamet suresi
31. kiyamet suresi
 
7. tekvir suresi
7. tekvir suresi7. tekvir suresi
7. tekvir suresi
 
79. meariç suresi
79. meariç suresi79. meariç suresi
79. meariç suresi
 
Cadi avi tanitim
Cadi avi tanitimCadi avi tanitim
Cadi avi tanitim
 
Lemalar
LemalarLemalar
Lemalar
 
16. tekasür suresi
16. tekasür suresi16. tekasür suresi
16. tekasür suresi
 
11. duha suresi
11. duha suresi11. duha suresi
11. duha suresi
 
41.yasin suresi
41.yasin suresi41.yasin suresi
41.yasin suresi
 
9. leyl suresi
9. leyl suresi9. leyl suresi
9. leyl suresi
 
37. kamer
37.  kamer37.  kamer
37. kamer
 

Similar to 82. infitar suresi

Similar to 82. infitar suresi (18)

Kiyamet Alemetleri
Kiyamet AlemetleriKiyamet Alemetleri
Kiyamet Alemetleri
 
77. mülk suresi
77. mülk suresi77. mülk suresi
77. mülk suresi
 
110. cuma suresi
110. cuma suresi110. cuma suresi
110. cuma suresi
 
Kuran-i Kerimin Bilimsel Mucizeleri
Kuran-i Kerimin Bilimsel MucizeleriKuran-i Kerimin Bilimsel Mucizeleri
Kuran-i Kerimin Bilimsel Mucizeleri
 
Ahiret
AhiretAhiret
Ahiret
 
Ahiret
AhiretAhiret
Ahiret
 
Kur’an Mucizeleri1.pptx.pdf
Kur’an Mucizeleri1.pptx.pdfKur’an Mucizeleri1.pptx.pdf
Kur’an Mucizeleri1.pptx.pdf
 
Esma i hüsna -78 el-metîn
Esma i hüsna -78  el-metînEsma i hüsna -78  el-metîn
Esma i hüsna -78 el-metîn
 
Mucizeleri 2
Mucizeleri 2Mucizeleri 2
Mucizeleri 2
 
36. tarik
36. tarik36. tarik
36. tarik
 
İmam gazali hikmetler kitabı
İmam gazali   hikmetler kitabıİmam gazali   hikmetler kitabı
İmam gazali hikmetler kitabı
 
108. teğabün suresi
108. teğabün suresi108. teğabün suresi
108. teğabün suresi
 
İmam gazali i̇nançta hassas ölçüler
İmam gazali   i̇nançta hassas ölçülerİmam gazali   i̇nançta hassas ölçüler
İmam gazali i̇nançta hassas ölçüler
 
20. felâk suresi
20. felâk suresi20. felâk suresi
20. felâk suresi
 
89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi89. âl i imran suresi
89. âl i imran suresi
 
8.Sınıf 1.Ünite 1.Konu
8.Sınıf 1.Ünite 1.Konu8.Sınıf 1.Ünite 1.Konu
8.Sınıf 1.Ünite 1.Konu
 
80. nebe suresi
80. nebe suresi80. nebe suresi
80. nebe suresi
 
Mehdi ve altınçağ. turkish (türkçe)
Mehdi ve altınçağ. turkish (türkçe)Mehdi ve altınçağ. turkish (türkçe)
Mehdi ve altınçağ. turkish (türkçe)
 

More from TEBYİN-ÜL-KUR’AN (20)

Qur'an in English
Qur'an in EnglishQur'an in English
Qur'an in English
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur'an in english
Qur'an in englishQur'an in english
Qur'an in english
 
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmazQur an-in-english-hakki-yilmaz
Qur an-in-english-hakki-yilmaz
 
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedekNecm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
Necm necm-meal-hakki-yilmaz yedek
 
Sonsöz
SonsözSonsöz
Sonsöz
 
114. nasr suresi
114. nasr suresi114. nasr suresi
114. nasr suresi
 
113. tevbe suresi
113. tevbe suresi113. tevbe suresi
113. tevbe suresi
 
112. maide suresi
112. maide suresi112. maide suresi
112. maide suresi
 
111. fetih suresi
111. fetih suresi111. fetih suresi
111. fetih suresi
 
109. saff suresi
109. saff suresi109. saff suresi
109. saff suresi
 
107. tahrim suresi
107. tahrim suresi107. tahrim suresi
107. tahrim suresi
 
106. hucurat suresi
106. hucurat suresi106. hucurat suresi
106. hucurat suresi
 
105. mücadele suresi
105. mücadele suresi105. mücadele suresi
105. mücadele suresi
 
104. münafikun suresi
104. münafikun suresi104. münafikun suresi
104. münafikun suresi
 
103. hacc suresi
103. hacc suresi103. hacc suresi
103. hacc suresi
 
102. nur suresi
102. nur suresi102. nur suresi
102. nur suresi
 
101. haşr suresi
101. haşr suresi101. haşr suresi
101. haşr suresi
 
100. beyyine suresi
100. beyyine suresi100. beyyine suresi
100. beyyine suresi
 
99. talak suresi
99. talak suresi99. talak suresi
99. talak suresi
 

82. infitar suresi

  • 1. 82/İNFİTAR SURESİ GİRİŞ: İnfitar suresi Mekke’de 82. sırada inmiş olup adını birinci ayetteki “ ‫انفطرت‬ infatarat [çatladı]” fiilinden almıştır. Ancak surenin ismi bu fiilin mastarı olan “ ‫النفطار‬ İnfitar” şeklinde olup “çatlamak” anlamındadır. Surede öncelikle insanın sorgulanacağına vurgu yapılmakta, sonra da Allah’ın insanlara verdiği en önemli nimetlere [beden mükemmelliğine] dikkat çekilmektedir. Ayrıca insanların ahirette “iyiler” ve “kötüler” diye ikiye ayrılacağı bildirilip nankörler kınanmakta ve verilen nimetlerin hesabının kendilerinden sorulacağı ihtar edilmektedir. Bunların dışında, kıyamet gününün büyüklüğüne, dehşetine, insanların o gün hiçbir güç ve kuvvetlerinin olmayacağına, o gün egemenliğin sadece Allah'a ait olacağına değinilerek ahirete imanın gerekliliği iyice pekiştirilmektedir. Suredeki konu bütünlüğü, surenin bir defada bütün olarak indiğini göstermektedir. 1
  • 2. MEAL RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA 1-5 Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp akıtıldığı zaman, kabirler altüst edildiği zaman; kişi, önünden gönderdiği ve geri bıraktığı şeyleri öğrenmiştir. 6-8 Ey insan! Üstün kerem sahibi olan, seni oluşturan, sonra da sana bir düzen içinde biçim veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir sûrette seni tertip eden Rabbine karşı seni aldatan şey nedir? 9-12 Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Aslında siz, şüphesiz üzerinizde, yaptığınız şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar olmasına rağmen, Din'i yalanlıyorsunuz. 13 Şüphesiz ki “ebrar/iyi adamlar”, elbette bol nimet, mutluluk cennetinin içindedirler. 14-16 Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle cehennemdedirler. Din Günü ondan kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır. 17 Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 18 Sonra bir kere daha, Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 19 Din Günü, kimse kimseye efendilik yapamaz. Ve o gün; buyruk, Allah'a aittir. 2
  • 3. TAHLİL: 1-5 Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp akıtıldığı zaman, kabirler altüst edildiği zaman; kişi, önünden gönderdiği ve geri bıraktığı şeyleri öğrenmiştir. Bu ayet gurubunda, insanın kıyamet sonrasında, dünyada yaptıklarının, yapması gerekirken yapmadıklarının ve sonradan kendi adına yapılanların hepsini öğrendiği bildirilmektedir. Pasajda evrenin kıyameti ile ilgili dört oluşum ortaya konmuştur: Bunlardan ikisi gökyüzüne, ikisi de yeryüzüne aittir. Bütün evrenin değiştirileceği ve insanın mükellefiyetinin sona ereceği bu aşamalardan sonra artık iman etmek hiç bir işe yaramayacaktır: 158 Meleklerin gelmesinden yahut Rabbinin gelmesinden, ya da Rabbinin bazı alâmetlerinin/ göstergelerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin alâmetlerinden/ göstergelerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir yarar sağlamaz. De ki: “Bekleyiniz; şüphesiz biz de bekleyicileriz.” (En'am/158) Bu konuya ait detay daha evvel “İman-ı Yeis” başlığı altında sunulmuştu. Kıyamet sahneleri açıklanırken daha evvel Tekvir suresinde “denizler kaynatıldığı zaman” ifadesi geçmişti. Burada ise denizlerin kıyamet günündeki durumu “denizler yarılıp akıtıldığı zaman” diye açıklanmaktadır. İki açıklamayı beraber değerlendirirsek, kıyamet anında oluşan depremler nedeniyle yerkabuğu altındaki magmanın denizleri kaynatacağı, denizlerin yarılıp yataklarından taşarak karaları kaplayacağı ve hayat diye bir şey bırakmayacağı anlaşılmaktadır. Bu ayetlerde ifade edilen olaylar şu ayetlerde de bulunmaktadır: 25 Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler [ışın, radyasyon ve meteorlar] ardı arkasına indirilir. 26 İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur. 27-29 Ve o gün, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararına iş yapan o kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı iz bırakan bir önder edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Öğüt'ten/Kitap'tan o saptırdı. Ve şeytan, insan için bir rezil edenmiş!” der. (Furkan/25- 29) 13-17 Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Tüm güçler, semanın çevresindedirler. O gün Rabbinin büyük tahtını; varlığını birliğini, yüceliğini, en yüksek makamın sahibi olduğunu, yok edilen eski varlıkların yerine yaratılan, daha iyi, daha mükemmel yeni varlıklar yansıtırlar. (Hakka/16) Ve Rahman/37, Nebe/19, Müzzemmil/18, Tekvir/6. Ayetlerdeki kıyamet sahnelerini anlatan fiiller “mutavaat” kalıbıyla verilmiştir. Buradan anlaşılan o ki, bu olaylar kendi kendine olmamakta, Allah’ın plan ve 3
  • 4. programı çerçevesinde gerçekleşmektedir. Evren tamamen Yüce Allah’ın yaptığı bu programa uymaktadır. İnsanoğlu kıyamet günü diriltildiğinde dünyada iken yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını öğrendiği gibi, ölürken de bunlar ile haberdar edilmekteydi. Biz bunu En’am suresin sonunda “Vefat” adıyla özel olarak detaylandırmıştık. 13 O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberdar edilir. 14,15 Aslında insan, tüm mazeretlerini koysa da bile/tüm perdelerini koysa da bile kendi aleyhine iyi bir gözetmendir: “16 Onu çabuklaştırman için dilini ona hareket ettirme! 17 Kuşkusuz yaptıklarının- yapmadıklarının birleştirilmesi ve toplanması yalnızca Bizim üzerimizedir. 18 O hâlde Biz yaptıklarını- yapmadıklarını topladığımız zaman sen onun toplanmasını izle! 19 Sonra, yaptıklarının- yapmadıklarının beyanı; kanıtlarıyla ortaya konması da sadece Bizim üzerimizedir.” (Kıyamet/13- 19) Konumuz olan ayetlerdeki “kabirler altüst edildiği zaman” ifadesi, “kabirler altüst edilip içindekiler canlı olarak çıkarılacağı zaman” demektir. İçlerindeki ölüler diri olarak çıkartılmak suretiyle kabirlerin altı-üstüne getirilir. 9-11 Peki, o vurguncu insanlar, kabirlerde olanların diriltilip dışa atıldığı, göğüslerde olanların derlenip toparlandığı zaman, hiç şüphesiz o gün, Rablerinin kendilerine gerçekten haber verici olduğunu bilmezler mi? (Adiyat/9 – 11) Gökyüzünün yapısı ve düzeni bozulduğunda, yıldızlar da ister istemez yeryüzüne (doğru) düşecektir. 48-51 O gün, Allah'ın, her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (İbrahim/48- 51) 105-107 Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” (Ta Ha/105, 106) Zilzal 1-3 yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Bu yeryüzüne ne oluyor!” dediği zaman … (Zilzal/1-3) 6-8 Ey insan! Üstün kerem sahibi olan, seni oluşturan, sonra da sana bir düzen içinde biçim veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir sûrette seni tertip eden Rabbine karşı seni aldatan şey nedir? Kıyamette / ölürken insanın mutlaka aklını başına toplayacağı; yaptıklarını ve yapması gerekirken yapmadıklarını iyice bildiği açıklandıktan sonra, bu ayetlerde de insanoğluna nankörlüğünün, vurdumduymazlığının, bile bile kabullenmeyip reddedişinin nedeni sorulmaktadır: “Ey insan! Üstün kerem sahibi olan, seni yaratan sonra da sana bir düzen içinde biçim veren sonra da seni dengeleyen, dilediği bir surette seni tertip eden Rabbine karşı seni aldatan şey nedir?” İnsana yöneltilen bu soru ondan açıklayıcı bir cevap almayı değil, zaten açıklanan bir sürü nimete rağmen ne denli nankörlük yaptığını göstermeye yöneliktir. Ayetlerdeki ifadelerden anlaşılacağı üzere, ayette “Ey insan!” diye seslenilenler, “ölümden sonra diriliş” hakikatini inkâr edenlerdir. 4
  • 5. “İbn Abbas dedi ki: Burada "insan" Velid b. Muğire'dir. İkrime ise Ubey b. Halef’tir, demiştir. Buyruğun Ebu'1-Esed b. Kelede el-Cumahî hakkında indiği de söylenmiştir.”1 Ata'nın rivayetine göre İbn Abbas, "Bu ayet Velid b. Muğîre hakkında nazil olmuştur" derken, Kelbi ve Mukatil, bu ayetin İbnu'l-Esed b. Kelde b. Useyd hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Zira bu kimse Hz. Peygamber (s.a.s)'e vurmuş, Cenâb-ı Hak da bu kimsenin cezasını hemen vermemiş ve bu ayetini indirmiştir.2 Ayetteki “Rabbine karşı seni aldatan şey nedir?” sorusunun tek cevabı vardır. O da, bu tür insanların ahmaklığı, cahilliği ve aptallığıdır. Zira ahiretin ebedi hayatı karşısında bu dünyadaki geçici zevkleri tercih ederek yanlış bir hayat yaşamanın kabul edilebilir hiçbir mazereti yoktur. 5 Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Allah'ın yapmak için verdiği söz gerçektir. Onun için bu basit dünya yaşamı sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı, sizi, Allah ile aldatmasın. 6 Şüphesiz o şeytan, sizin için düşmandır. Onun için siz de onu düşman edinin. Şüphesiz şeytan kendi taraftarlarını alevli ateşin ashâbından olmaları için çağırır. (Fatır/5) 3 Ve O, göklerdeki ve yerdeki Allah'tır. O, gizlinizi ve açığınızı bilir. Kazandığınız şeyleri de bilir. (En’am/3) 7,8 Ve hani Allah, size, iki tâifeden birinin kesinlikle sizin olacağını vaat ediyordu. Siz ise şanı ve şerefi olmayan şeyin/çapulun kendinizin olmasını istiyordunuz. Allah da, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok etmek için kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerin arkasını kesmek; hak dini geliştirmek istiyordu. (Enfal/7, 8) Ve Nahl/62, Nahl/29, Ankebut/38. Kur’an’a baktığımızda, Allah’ın rahmeti gereği mühlet vermesini, Allah’ın rahmeti gereği mühlet vermesini, değerlendirmeyip, aksine buna aldananların varlığını görmekteyiz. Hâlbuki Rabbimiz mühlet vermesine rağmen, aşağıda A’raf suresinden yapılan alıntıda görüleceği gibi tedricen azabı yaklaştırmaktadır. 59 Ve Bizi, alâmetleri/göstergeleri göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semûd'a, açık, gözle görülebilir biçimde sosyal destek kurumları kurmaları görevini vermiştik de onun sebep olmasıyla haksız davranmışlardı. Ve Biz, o alâmetleri/göstergeleri ancak korkutmak için göndeririz. (İsra/59) 94 Ve insanlara yol gösterimi/Kur’ân gelince, kendilerinin iman etmelerine, sadece “Allah bir beşeri mi elçi gönderdi?” demeleri engel olur. (İsra/94) 55 Ve kendilerine doğru yol [kitap, elçi] geldiği zaman, insanların iman etmelerine ve Rablerinden günahlarının bağışlanmasını istemelerine sadece “evvelkiler ile ilgili uygulamaların kendilerine gelmesi ya da önlerine azabın gelmesi” konusu engel oldu. (Kehf/55) 1 (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) 2 (Razi; el Mefatihu’l Gayb) 5
  • 6. 44 O hâlde bu sözü/Kur’ân'ı yalanlayanları Bana bırak! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız. 45 Ve Ben, onlara mühlet veririm; süre tanırım, çünkü Benim plânım zordur/sağlamdır. (Kalem/44, 45) Bazı insanlar Allah’ın rahmeti gereği mühlet vermesini değerlendirememiş, dünya hayatının nimet ve şaşaasına aldanıp şımarmışlar ve fırsatı heba etmişlerdir. A’raf suresindeki şu ayetler Rabbimizin insana mühlet vermesinin nedenini açıklamaktadır: 182 Ve âyetlerimizi yalanlayanları, bilemeyecekleri yönden derece derece, yavaş yavaş değişime/ yıkıma yaklaştıracağız. 183 Ben onlara süre de tanırım. Kesinlikle Benim plânım pek çetindir. (A’raf/182, 183) Bu ayetlerde de görüldüğü gibi, Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar, kendileri farkına varamayacak şekilde yavaş yavaş helâke sürüklenmektedirler. Bu yalanlayıcılar günah işledikleri zaman hemen cezalandırılmazlar; çünkü Allah onlara mühlet vermiştir. Buna karşılık, hemen cezalandırılmamaları sebebiyle şımarırlar ve içinde bulundukları durumun aslında kendileri için bir tuzak olduğunu fark etmezler. Öyle bir tuzak ki, hemen cezalandırılmadıklarını gördükleri için tutkularının peşinde koşmaya başlarlar, Allah’ı hiç düşünmez olurlar, hesap vereceklerini unuturlar ve bulundukları ortamı terk edemez olurlar. Bu hallerinden dolayı da, hiç farkına varmadan yaptıkları işlerin tutsağı olarak kendi kötü sonlarını hazırlamış olurlar. İşte, Allah’ın plânı, tuzağı budur. Üstelik bu plân, içine düşen kişinin helâke sürüklendiğini anlayamaması sebebiyle çok da çetindir. Yalanlayıcılara hazırlanmış olan bu plân, En’am suresinde de dile getirilmiştir: 44 Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar, umutları suya düşenler oldular. 45 Böylece şirk koşarak, küfrederek yanlış; kendi zararlarına iş yapan topluluğun kökü kesildi. – Ve tüm övgüler, âlemlerin Rabbi Allah'adır; başkası övülemez.– 46 De ki: “Hiç düşündünüz mü, eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alır ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilâh kimdir?” Bak, Biz âyetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra da onlar sırt çevirip engelliyorlar? 47 De ki: “Kendinizi hiç düşündünüz mü, Allah'ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, şirk koşarak yanlış davrananlar; kendi zararlarına iş yapanlar toplumundan başkası mı değişime/yıkıma uğratılmış olur?” 48 Ve Biz gönderilen elçileri, ancak müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere göndeririz: Artık kim iman eder ve düzeltirse, artık onlara hiç korku yoktur. Onlar mahzun olmayacaklar da. 49 Âyetlerimizi yalanlayanlara da, yapmakta oldukları hak yoldan çıkışlar yüzünden azap dokunacaktır. (En’am/44–49) Konumuz olan ayetlerdeki “seni yaratan sonra da sana bir düzen içinde biçim veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir surette seni tertip eden” ifadesi, “senin her şeyini yerli yerinde yaratan” demektir. 1-10 Kur’ân'ı ve onun yaydığı sosyal aydınlığı, Kur’ân'ı izleyen Elçi ve mü’minleri, Kur’ân ışığı ile aydınlanan toplumları, Kur’ân ışığından yoksun kalan toplumları, bilginleri ve bilginleri yücelten bilgileri, kara cahilleri ve kara cahilleri bu hâle getiren ilke ve anlayışları, benliğini bulmuş kimseleri ve benlik bulduran etmenleri –ki O, ona taşkınlık yapma ve kendini koruma içgüdülerini/günah işleme ve “Allah'ın koruması altında olma yeteneklerini ilham etti– kanıt gösteririm ki, benliğini arındıran gerçekten kurtulmuştur. Onu bilerek reddeden de kesinlikle zarara uğramıştır. (Şems/1-10) 6
  • 7. 1-5 Oluşturup düzene koyan, ölçümlendirip sonra yol gösteren, otlağı çıkarıp sonra da onu kapkara bir sel atığı hâline getiren Rabbinin yüce adını temize çıkar. (A’la/1-5) 37-41 Arkadaşı konuşarak ona, “Seni topraktan, sonra bir damla sudan oluşturan, daha sonra da seni olgun insan hâline getirene mi inanmıyorsun? Fakat ben; O, benim Rabbim Allah'tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, lâ kuvvete illa billâh” [Allah ne isterse o olur. Allah'tan başka hiçbir güç yoktur] deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de senin bağ, kaygan bir toprak hâline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi. (Kehf/37-41) Merhum Seyyid Kutub, insanın anatomik ve fizyolojik yapısındaki mucizevî dengeyi çok güzel açıklamıştır. Bu açıklamanın bir kısmını sunuyoruz: İşte, insanın engin kerem sahibi olan Rabbi onu bu güzel sitemle uyarmaktadır. Bu güzellikle ona hatırlatmaktadır. Fakat buna rağmen insan yanlış şeylere dalmaktadır. Kendisini yaratan, belini doğrultan ve dengede tutan Rabbine karşı edepsizlik yapmaktadır. İnsanın bu kadar güzel, düzgün, dengeli, şekil ve görev açısından mükemmel biçimde yaratılması gerçekten uzun uzun düşünmeyi, çok çok şükretmeyi, son derece edepli terbiyeli davranmayı ve kendisine bu güzel yaratılışı lütfunun, ihsanın ve korumasının gereği olarak bahşeden engin kerem sahibi rabbine derinden sevgi beslemeyi gerektirir. Çünkü yüce Allah insanı dileseydi başka bir şekilde de yaratabilirdi. Fakat O her şeye rağmen insan için bu güzel, düzgün ve dengeli şekli seçmiştir. Şüphesiz insan, yapısı gerçekten güzel ve düzgün, özü itibariyle dengeli bir yaratıktır. İnsanın bünyesindeki yaratmanın Hayret verici güzellikleri onun anlama kapasitesinin çok üstündedir. İnsanın etrafında gördüğü her şeyden daha Hayret vericidir. Bu güzellik, düzgünlük ve denge insanın hem bedensel yapısında, hem akli yapısında hem de ruhsal yapısında gözlenebilmektedir. Ve bütün bunlar insanın bünyesinde şahane bir güzellik ve düzgünlük içinde dizilmiştir, uyum içine girmiştir. İnsanın organik yapısının mükemmelliğini, inceliğini ve sağlamlığını ortaya koymak amacı ile yazılmış çaplı kitaplar vardır. Bu yaratığın bünyesindeki Hayret verici güzellikleri burada geniş biçimde verme imkânımız yoktur. Biz burada yalnız bazılarına değinmekle yetineceğiz. İnsanın bedensel yapısını meydana getiren en genel sistemlerin her biri hayret verici güzelliktedir. İnsanların karşılarında durup dehşete kapıldığı insan yapısı ile sanat ve sanayi güzelliklerinin bütün hayret verici ürünleri asla karşılaştırılamaz. Bunlar: İskelet sistemi, kas sistemi, cilt sistemi, sindirim sistemi, kan dolaşımı sistemi, solunum sistemi, üreme sistemi, bezler sistemi, sinir sistemi, boşaltım sistemi, tat alma sistemi, koklama, işitme ve görme sistemleridir. İnsanlar insan yapısı sanatlara yönelmekte fakat incelikleri, derinlikleri ve büyüklükleri her türlü takdirin üstünde olan bu sistemleri unutmaktadırlar! "İngilizce yayınlanan Bilimler Dergisinde deniyor ki: İnsan eli eşsiz, Hayret verici doğal güzelliklerin başında yer almaktadır. Sadeliği, gücü ve hızlı uyum sağlaması yönünden insan elinin işlevini görecek bir makineyi yapmak gerçekten çok zordur, hatta imkânsızdır. Mesela bir kitap okumak istediğinde onu elinle rahatlıkla alıyorsun. Sonra onu okumaya en uygun biçimde indiriyorsun. İşte onu doğru biçimde ve otomatik olarak yerleştiren bu eldir. Kitabın bir sayfasını çevirmek istediğinde parmaklarını yaprağın altına koyuyor ve üzerine basıyor. Hem de kâğıdı çevirerek derecenin ne altında ne de üstünde bir biçimde. Sonra yaprağın çevrilmesiyle baskıya son veriyor. Kalemi tutan ve onunla yazı yazanda eldir. İnsanın günlük hayatında kaşıktan bıçağa ve daktiloya varıncaya kadar tüm adet ve edevatı kullanan. Pencereleri açıp kapatan ve insanın her istediğini kaldırıp taşıyan da eldir. Her iki el yirmi yedi kemikten ve on yedi kas sisteminden oluşmaktadır." "İnsan kulağının [orta kulak] küçük bir kesimi yaklaşık dört bin kadar ince ve karmaşık kıvrımdan meydana gelen, şekil ve hacim bakımından hayret verici bir düzene sahip bir kompleksten oluşmaktadır. Bu kıvrımların bir musiki aletini andırdığını söylemek mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki, bunlar gök gürültüsünden ağaç hışırtısına kadar meydana gelen her sesi ve gürültüyü herhangi bir şekilde alıp beyne aktaracak biçimde hazırlanmıştır. Ayrıca orkestradan veya kendi düzenli bütünlüğü içinde her müzik aletinin çıkardığı tüm sesleri birbirinden şahane biçimde ayarlayacak yapıdadır." "Gözdeki görme duyusunun merkezi, ışığı karşılayan yüz otuz milyon sinir uçlarından meydana gelmiştir. Kirpiklerle beraber göz kapakları onu, gece gündüz korumaktadır. Göz kapağının hareketi refleks halindedir ve gözü topraktan, mikroplardan ve yabancı maddelerden korumaktadır. 7
  • 8. Kirpikler meydana getirdikleri gölge ile güneş ışınlarının keskinliğini kırmaktadırlar. Göz kapaklarının hareketi, bu korumanın yanında gözün kurumasını da engellemektedir. Gözü kuşatan ve gözyaşı adı verilen salgıya gelince bu göz için en güçlü en etkili temizleyicidir." "İnsandaki tat alma cihazı dildir. Dilin bu eylemi içinde epitelyum hücreleri bulunan tat alma hücrelerinin dilin üzerinde oluşturduğu kaygan dokularla gerçekleşir. Bu dokuların değişik şekilleri vardır. Bunların bir kısmı ipliksi, bir kısmı mantarsı, bir kısmı ise mercimeksidir. Bu dokular, tat alma sinirlerini ve dilin damarlarını beslemektedir. Yeme esnasında tat alma sinirleri etkilenmektedir ve bu etkiyi beyne iletmektedir. Bu cihaz ağzın girişindedir. Böylece insanın zararlı olduğunu hissettiği bir şeyi hemen dışarı atması mümkün olmaktadır. İnsan bu cihazla acı ve tatlıyı, soğuk ve sıcağı, tuzlu ve tuzsuzu, zehirli ve benzeri şeyleri hissetmektedir. Dil, küçük, ince tat alma hücrelerinden dokuz binini ihtiva etmektedir ve bu hücrelerin her biri birkaç sinirle beyine bağlıdır. Buna göre sinirlerin sayısı kaçtır, hacimleri nedir, tek olarak nasıl çalışırlar, beyinde duyuyu nasıl toplayıp oluştururlar, bilmiyoruz." Vücudun her tarafını bütünüyle kuşatan sinir sistemi, vücudun her tarafından geçen ince ve kendisinden daha çok başkalarına bağlı olan ince, küçük duyarlılık hücrelerinden oluşmaktadır. Bunlarda, merkezi sinir sistemine bağlıdırlar. Vücudun herhangi bir tarafı etkilendiğinde isterse bu etkilenme insanı kuşatan havanın sıcaklığında ufak bir değişme olsun bu durumda sinir hücreleri bu duyguyu vücuda yayılmış olan merkezlere iletirler. Bunlar da duyuyu beyne iletirler. Böylece beynin gerekli tepkiyi göstermesi sağlanır. Sinirlerdeki işaretlerin ve uyarıların hızı saniyede yüz metreye ulaşır." "Sinir sistemine baktığımızda onun bir kimya laboratuarındaki bir işlemi andırdığını görürüz. Yediğimiz yemeklere baktığımızda onların hayret verici maddelere dönüştüğünü fark eder ve orada meydana gelen işlemin gerçekten hayret verici olduğunu kesin anlarız. Çünkü burada midenin kendisi dışında hemen hemen her şey yenir. Önce bu kimya lâboratuarına bir kaç çeşit basit yiyecek maddelerini koyalım ve bu konuda lâboratuarın kendisine ait düzenini hiç göz önünde bulundurmayalım. Sindirme kimyasının onları nasıl ayrıştırdığını düşünmeyelim. Biz birkaç et parçası, fasulye buğday ve kızartılmış balık yiyoruz. Sonra da bir miktar su içiyoruz. Mide bu karışımın arasındaki yararlı maddeleri seçip almaktadır. Yemeğin her çeşidini ezmekte ve onları kimyasal bölümlerine ayırmaktadır. Geri kalanını yeni proteinlere dönüştürmektedir. Bunlar değişik hücrelerde gıdalar haline gelmektedir. Sindirim sistemi bu sırada kalsiyum, kükürt, iyot, demir ve diğer bütün zaruri maddeleri seçmektedir. Ve bu sırada öz maddelerin zayi olmamasına özen göstermekte, hormonların üretilmesine imkân sağlamakta ve hayat için gerekli olan tüm ihtiyaçların düzenli ölçüler içinde ve her zaruri ihtiyacın hazır hale gelmesine dikkat etmektedir. Açlık gibi herhangi bir geçici durumu karşılamak amacı ile yağ ve diğer ihtiyati maddeleri depo etmektedir. Bütün bunları insan düşüncesinden ve onun yorumundan habersiz yapar. Biz sayılamayacak derecede çok olan bu maddeleri bu kimyasal lâboratuara döküyoruz ve yaklaşık olarak bütünü ile yaptığımız işlerden sarfınazar ediyor, gerisine karışmıyoruz. Böylece hayatımızın devamı için gereken otomatik bir işlem saydığımız bu faaliyete sırtımızı dayamış oluyoruz. Bu yiyecekler sindirilip ve yeniden hazırlanıp sürekli olarak milyonlarca hücreye dağıtılır. Bu hücrelerin sayısı yeryüzündeki bütün insanların sayısından fazladır. Her hücreye ulaştırılması gereken bu kesin maddelerin sürekli ve tek tek her hücreye ulaştırılması gerekmektedir. Ve bu belli düzenin ihtiyaç duyduğu maddelerin dışında başka şeylerin ona götürülmemesi gerekir. Bu kesin maddelerinde kemik, tırnak, et, saç, göz ve diş yapacak olan her hücreye kendisine has besinlerin ulaştırılması gerekir. Demek ki burada insan zekâsının icat ettiği en mükemmel laboratuarda daha çok maddelerin elde edildiği bir kimya lâboratuarı bulunmaktadır. Yine burada şu ana kadar dünyanın tanıdığı nakil ve dağıtım düzenlerinin çok ilerisinde bir dağıtım düzeni vardır. Burada her şey son derece düzenli bir şekilde gerçekleşmektedir." İnsanın diğer bütün cihazları hakkında da çok şey söylenebilir. Fakat bu cihazlar açık seçik olmalarına rağmen herhangi bir şekilde hayvanların da sahip olduğu cihazlardır. İnsanın kendisine has özellikleri ise eşsiz olan akli ve ruhi özellikleridir. İşte bu surede özellikle üzerinde durulan konu budur. Şöyle ki "Ey insan!" çağrısından sonra, "O, seni yaratan, belini doğrultan ve seni dengeli kılan" demektedir. İşte bu mahiyetini bilmediğimiz, kavramadığımız özel akli kavrayış. Çünkü akıl anladığımız şeyleri anlamamızı sağlayan araçtır. Fakat akıl kendisini kavrayamaz. Nasıl kavradığını da idrak edemez. Bütün bu algılanan imajların ince ve dakik bir şekilde dizilmiş olan sinir sistemi yolu ile beyne ulaştığını varsayıyoruz. Fakat bunlar nereye saklanmaktadır? Eğer bu beyin doğru bir bant şeridine benzetilse insan ortalama ömrü olan altmış senede onca tabloları, kelimeleri, olguları, duyguları yığınlarca malumatı kaydetmek için milyarlarca metre şeride ihtiyaç duyacaktı. Ancak bu durumda 8
  • 9. onları bir süre sonra hatırlayabilirdi. Nitekim insan bu olayları onlarca sene sonra, niye yıllar geçtikten sonra rahatlıkla hatırlayabilmektedir! Sonra akıl tek tek kelimelerden, tek tek olgulardan, tek tek olaylardan ve tek tek tablolardan bütün bir kültürü oluşturmak için nasıl onları bir bütünlük içine sokuyor? Sonra onları malumat yığınından sistemli bilgiye nasıl dönüştürüyor? Anlaşılabilecek şeylerden anlayışa, deneyimlerden kesin bilgiye nasıl ulaşıyor? Bu, insanın en belirgin özelliklerinden biridir. Fakat bununla beraber bu özellik insanın en büyük özelliği değildir. En üstün ayırıcı vasfı olmadığı gibi. İnsanda Allah'ın ruhundan gelen, hayret verici bir ateş parçası da vardır. Bu insanın kendine has olan ruhudur. Bu ruh insanı varlığın güzelliğine ve varlığı yaratanın güzelliğine götürür. Ve ona hiçbir sınırı olmayan mutlak varlık ile temasa geçişinden kaynaklanan güzel ve mutlu anlar bağışlar. Tabi ki bu, evrendeki güzelliğin kaynakları ile temasa geçtikten sonra gerçekleşebilir. Bu, insanın mahiyetini anlayamadığı ruhtur. İnsan kavrayabileceği somut gerçekleri daha yeterince kavrayamadığı halde bunu nasıl kavrayabilir, nasıl tanıyabilir? İnsan bu ruh sayesinde yeryüzünde yaşadığı halde sevincin ve üstün saadetin kaynağına erişebilir. Bu ruh onu yüceler âlemi ile temasa geçirir. Onu cennetlerdeki sonsuz hayata kendisi için belirlenen güzel hayata hazırlar. Bu mutlu dünyada ilahi güzelliğe bakmaya hazırlar. İşte, bu ruh... Yüce Allah'ın insana en büyük hediyesidir, bağışıdır. İnsanı insan yapan da budur. Allah'ın adı ile kendisine hitap ettiği de budur. "Ey insan!" Utandırıcı şekilde kendisini kınaması da bu özelliğinden kaynaklanmaktadır. "Engin kerem sahibi Rabbine karşı seni aldatan nedir?" İşte bu Yüce Allah'tan insana doğrudan yöneltilmiş bir sitemdir. Çünkü Yüce Allah ona seslenmekte, o ise kendisinin önünde günahkâr, kusurlu ve gururlu bir şekilde durmaktadır. Allah'ın yüceliğini takdir etmemekte ve O'nun huzurunda edebini takınmamaktadır. Sonra Allah ona büyük nimetini hatırlatmakta, sonra da bu konudaki eksiklerini, edepsizliğini ve gururunu dile getirmektedir. Bu gerçekten karşısında ezilinmesi gereken bir sitemdir. İnsan kendi gerçeğini, gerçek bilgi kaynağını ve Rabbinin huzurundaki gerçek konumunu düşündüğünde bu sitemin dehşetini kavrayacaktır. Rabbi ona bu şekilde seslenmekte ardından ona bu şekilde serzenişte bulunmaktadır: "Ey insan! Seni engin kerem sahibi Rabbine karşı aldatan nedir? O, seni yaratan, belini doğrultan ve seni dengeli kılan, dilediği biçimde sana şekil veren Rabbine…” Ardından bu gururun ve kusurların sebebi ortaya konuyor. Bu ise hesap gününü yalanlamaktır. Yüce Allah hesabın gerçek mahiyetini bildirmekte ve her işin karşılığının farklı olacağını, pekiştirici ve kesin bir biçimde ortaya koymaktadır.3 9-12 Kesinlikle sizin düşündüğünüz gibi değil! Aslında siz, şüphesiz üzerinizde, yaptığınız şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar olmasına rağmen, Din'i yalanlıyorsunuz. Bu ayetlerde önce müşriklerin kör kabullerden oluşan inançları reddedilmekte, sonra da “Aslında siz, şüphesiz üzerinizde, yaptığınız şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar olmasına rağmen, Din’i yalanlıyorsunuz” denilerek yaptıklarının bir bir kayıt altına alındığı, bunun idrakinde olmadıkları için de Din’i düşünmeden yalanladıkları uyarısı yapılmaktadır. İnsanın yapısında sayısız yazıcı [hafıza, bellek] hücresi bulunmasına ve işlediği her davranışın kaydedilmesine rağmen “din”i yalanlaması insanın yaratılış üzerinde yeterince düşünmemesinden kaynaklanmaktadır. Allah insanı yaratıp da başıboş deve gibi salıvermemiştir. Bunun tersini düşünmek yaratılış üzerinde akıl yormamak demektir. Konumuz olan ayetlerde bir bakıma inkârcılara “İster kabul edin, ister etmeyin, gerçek böyledir. Her insan üzerinde kayıt yapan hücreler vardır; onlar iyi ya da kötü ne yapıyorsanız her şeyi kaydetmektedirler. Onlardan asla kaçamaz ve gizlenemezsiniz. Gizli, aşikâr hepsi önünüze konacaktır” mesajı verilmektedir. 36 Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? 37 O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi? 38 Sonra bir embriyon idi de sonra onu oluşturmuş, sonra da düzene koymuştur; 39 ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir. 40 Peki, bütün bunları yapan, ölüleri diriltmeye güç yetiren değil midir? 3 (Seyyid Kutup; Fizılali’l Kur’ân) 9
  • 10. (Kıyamet/36- 40) 1-4 Bilginler ve Târık; delip geçen Kur’ân âyetleri grubu tanıktır ki, kesinlikle her benliğini tamamlamış varlığın üzerinde birtakım koruyucular vardır. 5 Onun için insan neden oluşturulmuş olduğuna bir baksın; (Tarık/1-5) 16 Ve andolsun insanı Biz oluşturduk. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. 17,18 Onun sağından ve solundan (her yanından) yerleşik iki tesbitçi onun her işini tesbit edip dururken, insan hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. (Kaf/16- 18) Ayette geçen “Din”, Maun suresinde konu edilen “Din” olup Fatiha suresinde de geçen “Yevmi’d-Din [Din günü, hesaplaşma günü]” kast edilmiştir. “Din’i yalanlamak” konusu Maun suresinin tahlilinde açıklandığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz. Daha önce de değindiğimiz gibi, ayetteki “… şüphesiz üzerinizde, yaptığınız şeyleri ezberleyen, saygın yazıcılar …” ifadesiyle insanın yaratılıştan kendi bünyesinde hafıza hücrelerinin var olduğu ve her şeyi kayıt altına aldığı bildirilmektedir. 25-29 Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç yarar sağlamadı. Gücüm/otoritem de benden yok olup gitti” der. (Hakka/25-29) 10-14 Kitabı kendisine arkasından verilen kişiye gelince de o, ölümü çağıracak ve alevli ateşe girecektir. Şüphesiz o, yakınları içinde sevinçli idi. Şüphesiz o, asla dönmeyeceğine kani idi. (İnşikak/10-14) 48 Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.” 49 Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez. (İsra/13, 14) 48 Ve onlar, saf hâlinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce oluşturduğumuz gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı gerçekleştirmeyeceğimize bâtılca inanıyordunuz.” 49 Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez. (Kehf/48, 49) 59 Görünmezin, duyulmazın, geçmişin, geleceğin anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. 60 Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren; geçmişte yaptıklarınızı, yapmanız gerekirken yapmadıklarınızı bir bir hatırlattıran, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş süre sonunun gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O'nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir. 61 Ve Allah, kulları üzerinde hükümranlığı sürdürür ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onu vefat ettirirler; onlara geçmişte yaptıklarını, yapması gerekirken yapmadıklarını bir bir hatırlatırlar. 62 Sonra kendi 10
  • 11. gerçek Mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir.” (En'âm/59- 61) 13 Şüphesiz ki “ebrar/iyi adamlar”, elbette bol nimet, mutluluk cennetinin içindedirler. 14-16 Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle cehennemdedirler. Din Günü ondan kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır. 17 Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 18 Sonra bir kere daha, Din Günü'nün ne olduğunu sana ne bildirdi? 19 Din Günü, kimse kimseye efendilik yapamaz. Ve o gün, buyruk, Allah'a aittir. Amellerin kayıt altına alınmasının sonuçları bu ayetlerde de yine karşıtlık metodu ile açıklanmaktadır. “Ebrar”dan olanlar “Naim” cennetlerine; “Füccar”dan olanlar ise cehenneme gidecektir. Ebrar ve Füccar terimleri ile ilgili Abese suresinde yaptığımız açıklamaları burada da naklediyoruz: BİRR VE EBRAR KAVRAMLARI “Takva” sözcüğünün anlamdaşı durumunda olan Birr” sözcüğü, “her türlü hayır ve iyilik işlerinde genişlik, ihsan, itaat, doğruluk, bol bol iyilik” demektir. Sözcük, bu geniş anlam alanıyla her türlü iyiliği, ihsanı ve hayırlı davranışı kapsamaktadır. “Birr”, Kur'an'da şöyle tanımlanmıştır: 177 Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz “iyi adamlık” değildir. Ama “iyi adamlar”, Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve özgürlüğü olmayanlara, Allah'a/mala/vermeye sevgisi olmasına rağmen veren ve salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan-ayakta tutan], zekâtı/vergiyi veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, özü-sözü doğru olanlardır. Ve işte onlar, Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin ta kendileridir. (Bakara/177) “Birr” sözcüğü isim olarak kullanıldığı gibi, ism-i fail olarak da kullanılır ve bu takdirde “çok çok iyilik yapan” anlamına gelir. Meselâ müminler çok çok iyilik yaparak “birr”in bizzat kendisi hâline gelirler. Kur'an böyle kimseleri “berr” sözcüğünün çoğulu olan “ebrar” sözcüğü ile tanımlamış ve bu sözcüğü “müttekîn [iyiler, Allah'a saygılı insanlar]” anlamında kullanarak “muttekin”e sunulan nimetlerin “ebrar”a da sunulacağını bildirmiştir: 198 Ama, Rablerinin koruması altına girmiş kişilere gelince, onlar için, Allah katından bir yolcu ikramı olarak, altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları cennetler vardır. Ve Allah katındaki, “iyi adamlar” için daha iyidir. (Âl-i Imran/198) 18-21 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! “Ebrar”ın/iyi adamların kaydı, kesinlikle Illıyyin'dedir. –Illıyyin'in ne olduğunu sana ne bildirdi? Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır!– 11
  • 12. 22-28 Şüphesiz ki “Ebrar/iyi adamlar”, elbette, Naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mühürü/ neticesi misktir. Karışımı Tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– (Mutaffifin/18- 28) Sosyal hayatın kurulması ve sağlıklı işlemesi açısından çok önemli olan ve âdeta insanlar arasındaki kaynaşmanın harcı olan “birr”, takva sahibi müminlerin olmazsa olmaz bir özelliğidir. Bu özelliğe bizzat “takva” denmese de, “takvalı olma hâli” denebilir. Zaten Rabbimiz de bize bu özelliğe sahip kişiler ile, yani “ebrar [iyiler, yardımseverler]” ile beraber ölmeyi istememizi tavsiye etmektedir: “Rabbimiz! Evet, 'Rabbinize inanın!' diye imana çağıran bir sesleniciyi duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi sil ve canımızı ebrar [iyiler, yardımseverler] ile birlikte al.” (Âl-i Imran/193) FÜCUR VE FÜCCAR KAVRAMLARI “Fücur” sözcüğü sözlükte “yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak” olarak tarif edilmiştir. Kur'an, bu eylemin olumlusu için “fecr”, olumsuzu için “fücur” sözcüklerini kullanmıştır. Kur'an'ın olumsuz anlamda kullandığı “fücur” sözcüğü, gerek dil bilimciler ve gerekse din bilginleri tarafından “Şakku setri’d-diyanet [diyanet örtüsünün yırtılması, çatlaması]” olarak ifade edilmiştir. Bu şekilde din-iman örtüsünü yırtıp atanlara “facir” denir. Bu sözcüğün çoğulu da “füccar” veya “fecere” şeklinde ifade edilir: 5 Aslında o insan, önünü; kalan ömrünü din-iman tanımayıp kötülüğe batmakla geçirmek istiyor: 6 Soruyor: “Kıyâmet günü ne zamanmış?” (Kıyamet/5, 6) 26-28 Ve Nûh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki Sen onları bırakırsan, kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece din-iman tanımayıp kötülüğe batan ve kâfir; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mü’min olarak evime giren kişiler için ve mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et/bağışla hepimizi! Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlara da sadece yok oluşu arttır.” (Nuh/26-28) İmanın dışa yansıması nasıl ki “takva” ya da “amel-i salih” ise, küfrün dışa yansıması da “fücur”dur. Yani fücur işlemek, gerçek imana sahip olmayanların bir karakteridir. Çünkü Allah inancı, insanın haram-helal, hayır-şer, cennet-cehennem gibi kategorilerin bilincinde olmasını sağlar. Dolayısıyla bu bilinç insanın fücur işlemesine engel olur. Zaman zaman hataya düşen insan için daima “tövbe etme” imkânı vardır. Ancak insan aynı hatayı tekrarlamamak şartı ile Allah'ın affediciliğine sığınmalıdır. Tövbeden sonra sözünde durmamak, yalan söylemek tam anlamıyla fücur işlemektir. Sınırları dinle belirlenmiş davranışlara karşı çıkmak, din adına kural tanımamak, dinle getirilen kısıtlamaları kabul etmemek, dolayısıyla her türlü irili ufaklı günahı işlemek facirlerin en belirgin özelliklerindendir. Bu insanlar dünyada yaptıklarının hesabını vereceklerine inanmadıklarından ya da Allah'a döneceklerini düşünmediklerinden, her türlü fücuru işlemekten çekinmezler. Kur'an, fücuru işleyenlerin kâfir ve cehennemlik olduklarını bildirmiştir: 12
  • 13. 14-16 Din-iman tanımayıp kötülüğe batmış olanlar da kesinlikle cehennemdedirler. Din Günü ondan kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır. (İnfitar/14) 7-13 Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Şüphesiz, “din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar”ın kaydı, kesinlikle, Siccin'dedir. –Ve “Siccin”in ne olduğunu sana ne bildirdi? -O, rakamlanmış/ yazılmış bir kayıttır! O gün, yalanlayanların; karşılık gününü yalanlayanların vay haline! Ve karşılık gününü, kendisine âyetlerimiz okunduğu zaman, “Eskilerin masalları” demiş olan tüm sınırları aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz.– (Muttaffifin/7-13) 28 Yoksa, iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, yeryüzündeki o bozguncular gibi mi yaparız? Yoksa Allah'ın koruması altına girmiş o kimseleri din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar gibi mi yaparız? (Sad/28) İslâm dışı yaşayan, Allah'a teslim olmayan, din-iman tanımaz kimseler olan fücur ehli, takva karşıtı olan davranışları sonucunda, kendilerini oradan hiç kimsenin kurtaramayacağı cehenneme girecek, kesinlikle müminler [muttakiler] ile bir tutulmayacak, onlarla aynı kefeye konulmayacaktır: 7 İşte böylece Biz, kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şûra/7) 14 Ve Saat'in dikildiği günde de, işte o gün onlar ayrılırlar. 15 Şimdi iman etmiş ve düzeltmeye yönelik işler yapmış kimselere gelince; artık onlar, bir bahçe içinde neşelendirilirler. (Rum/14- 15) 16 O buluşma günü, onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, ‘Sadece tek ve kahredici olan Allah'ındır!’– 17 Bugün her kişi kazandığının karşılığını alacaktır. Bugün haksızlık diye bir şey yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. (Mu'min/16-17) Son ayetteki “... O gün [Din günü], kimse kimseye malik olmaz [efendilik yapamaz]. Ve o gün buyruk Allah’a aittir” ifadesinde asiler için büyük bir tehdit bulunmaktadır: 214 Ve en yakın oymağını uyar. (Şuarâ/214) 26 İşte o gün gerçek hükümranlık, Rahmân'a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] özgüdür. Kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler için ise o, pek çetin bir gün olmuştur. (Furkan/26) Fatiha 1-7 “Yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli Allah adına: “Tüm övgüler, âlemlerin Rabbi, yarattığı bütün canlılara nimet veren, yarattıklarına çok merhametli olan, herkesin iyi ya da kötü yaptığı tüm edim ve eylemlerin karşılığını göreceği âhiret gününün sahibi, yöneticisi Allah'adır; başkası övülmemelidir. Yalnız Sana kulluk ederiz ve yalnız Senden yardım isteriz. Bizi, üzerlerine gazap dökülmüşlerin ve şaşkınlığa saplanmışların yolunun dışındaki, kendilerine nimet verdiklerinin yolu olan dosdoğru yola ilet!” (Fatiha/1- 4) Ve En’am/94, Kasas/74,75, Bakara/48, Bakara/254. 13
  • 14. Allah, doğrusunu en iyi bilendir. 14